22 Aralık 2020

Ev - Nermin Yıldırım



Ev nedir? 

Huzur, aile, "başını sokacağın bir yer", dışarının hayhuyunu dışarıda bırakacağın bir sığınak...

Peki, ev hayatsa, hakikatse, belleğimizde yer edenler ya da tam tersi hatırlamak istemediklerimizse, iyisiyle kötüsüyle yarattığımız bir gerçekse eğer... Ev (romanı),  hatırlamayı başaramadıklarımızı, tercih etmediklerimizi didiklemeye, hem bireysel hem de toplumsal yaraları kaşımaya zorluyor. Başta tatlı tatlı, sonrasında "e yeter bu kadar" diyeceğimiz türde bir kaşıma. Hayata dair bildiklerimizin neredeyse tamamını biraz da canımızın acıdığı, kaşınan yerlerden öğrenmiyor muyuz?

Kendini hep evsiz hisseden, bir eve sahip ol(a)mayan, sığınacağı bir ev bulamayan Seher'le birlikte uzun bir yolculuğa çıkıyoruz kitapta. Portekiz Porto'dan İspanya Santiago'ya uzanan gerçek bir haç rotası olan Camino de Santiago boyunca Seher'in hem fiziki hem ruhsal yolculuğuna eşlik ediyoruz. Her yol, yolculuk gibi biraz çileli, çile çektikçe de hafifleten sağaltan bir yolculuk. "Söz verdiği yolculuğa" çıkan Seher, bu yola her ne kadar tek başına çıkmak istese de arkadaşı Ogo'nun onu yalnız bırakmamasından da memnundur. Seher'in yolda edindiği arkadaşlar ve pek tabii onların bu yola çıkma hikayeleri de vardır.

Seher'in yol hikayesinde, hatırlama-unutma-bellek ilişkisini irdeleyen Nermin Yıldırım, bir yandan da aileye, güvene, bağlanmaya ilişkin bildiklerimizi eşeliyor, bolca soru işaretleri bırakıyor aklımıza. 

Kitapla ilgili "keşke" diyeceğim tek konu, "Sonsöz" bölümü olabilir. Yazarımızın tercihine karışamasak da fazla uzun tutulmuş buldum. 

11 Aralık 2020

9 Kere Leyla, Cahide...

 


Çoğu kişi sevmemiş, ben Ezel Akay'ın 9 Kere Leyla filmini sevdim. IMDB'deki felaket notuna hiç değinmeyeyim :) Kara komedi ile müzikal arasında gidip gelen, bol göndermeli filmi gülümseyerek izledim. 

Buna karşılık çok seveceğime neredeyse emin olarak aldığım "Cahide" kitabını, ittire kaktıra 200. sayfaya getirdikten sonra bir gece "zorunda mıyım" diyerek bıraktım. 

Sıradışı hayatı, parıltısı, yeteneğinin yanı sıra pekçok konuda öncü olan bir kadının hayatını yazmak zor, malzemeye kıyamamayı, uzatmayı da belli ölçüde anlıyorum. Ama herkesin bir sınırı var demek ki. O kadar gereksiz diyalog arasında boğuşurken de zaten parıltı falan kalmıyor. 



 

05 Aralık 2020

Mor Salkımlı Ev - Türk'ün Ateşle İmtihanı - Halide Edip Adıvar




Anı kitaplarını, otobiyografileri, biyografileri, mektupları, günlükleri okumayı seviyorum. Bir yazarın anılarını okumuşsam üzerine romanlarını okumayı daha çok seviyorum. Satır aralarındaki ipuçlarını bulmak keyifli geliyor. Dönemi daha iyi kavrıyorum. Neyi, neden anlattığını, hangi karakterden ilham aldığını, yaşadığı dönemin izlerini bulmak, tahmin etmek hoşuma gidiyor.  

Bu ara çokça çağdaş edebiyat okuduğum için elim eskilere gitti. Halide Edip Adıvar'ın Sinekli Bakkal'ını okuyacaktım. Baktım yanında Mor Salkımlı Ev duruyor. Ne zaman almışım hatırlamıyorum. Hatta roman sanıyorum, baktım anıları. Doğduğu 1884 yılından başlayıp 1918 yılına kadarki dönemi kapsıyor. Yani Abdulhamit'ten Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadarki dönem. Sizi bilmem, ben toplumsal dönüşümün hızlı olduğu zamanlarda insanların ne düşündüklerini, yaşadıklarını hep merak ederim. Bu ilk elden olunca daha da güzel oluyor. 

Sonuçta, Sinekli Bakkal'a niyet, Mor Salkımlı Ev'e kısmet başladım okumaya. 

İstanbul'da Abdulhamit Döneminde başlayan anılar, çok kültürlü çok renkli imparatorluğun bir de çöküş dönemine denk geldiği için tam cümbüş. Habeş, Çerkez halayıklar, lalalar, Yahudiler, Hristiyanlar, Kürt ağalar... sarayın artan baskısı, değişen toplumsal hayat, isimleri tarihe geçecek paşaların, düşünce ve fikir insanlarının bulunduğu bir ortamda geçen acısıyla tatlısıyla bir çocukluk.  

Jön Türkler, sonrasında İttihat Terakki, İzmir'in işgali, Halide Hanım'ın kürsüye çıktığı meşhur Sultan Ahmet mitingi, yavaş yavaş şekillenen Milli Mücadele. Anıların ilk cildi Mor Salkımlı Ev, 1918'de sona eriyor. Sevdim bu bölümü. 

Kitap bitti. Bakınırken anladım ki, bir de devamı var anıların. Türk'ün Ateşle İmtihanı. Bu ikinci kısım 1918'de İngilizlerin İstanbul'u işgaliyle Halide Hanım'ın Anadolu geçişi ile başlıyor, Cumhuriyet'in ilan edildiği tarihte son buluyor. İlk kitabın aksine, bu kitapta bir mesafe hissettim. Bazı olayları ima ederek geçiyor, bazılarında kanaat bildirmiyor. Cumhuriyet'in ilanından sonra yaşadığı fikir ayrılığı ile uzun süre yurtdışında yaşadığı da gözönünde bulundurularsa, kendini gizlemiş sanki Halide Hanım. Sonuçta anlattığı dönem itibariyle yine de ilgi çekici ve okunası bence. Anıların bonusu 1920'lerin Ankarası'na gitmek oldu benim için. Çiftlik, Kalaba, Ankara halkı ilginçti.  





Sinekli Bakkal - Halide Edip Adıvar


Sinekli Bakkal'ı siyah beyaz, cızırtılı, görüntüleri atlayan eski bir filmi izler gibi okudum. Meğer gerçekten de böyle bir filmi çekilmiş yıllar yıllar önce. 

Osmanlı'nın çöküş döneminde, Abdülhamit devrindeyiz. İstanbul'un daracık, kargacık burgacık bir sokağı.... Sinekli Bakkal'ın telaşesi içinde imamın kızı Emine, orta oyuncusu, karagöz oynatıcısı Tevfik'e gönlünü kaptırır. Sahnede kadın taklidi yaptığı için "Kız Tevfik" lakabıyla anılan Tevfik, neşeli, deli dolu, kabına sığmaz bir delikanlıdır. 

Emine'nin gönlü Tevfik'e düşer ama yaptığı işten, girdiği kılıktan memnun değildir. Şart koşar, evleneceksek bu işi bırakacaksın. Tevfik aşkına kavuştuğunu sanarken, esas büyük aşkı, hayatının ışığı olan oyunculuktan olur. Sonrası perperişanlık... 

Halide Edip Adıvar'ın Sinekli Bakkal romanı bu kırık dökük aşk hikayeyle başlıyor. Emine ve Tevfik'in aşkından doğan Rabia ise kitabın asıl başkahramanı oluyor. 

Billur sesli, güzeller güzeli Rabia küçücük yaşında imam dedesinin de etkisiyle İstanbul'un en tanınmış hafızı haline geliyor. Rabia gelenekçi, törelere sıkı sıkıya bağlı. Ama bir yandan da babası, Kız Tevfik'in iyi kalpli, sanatına düşkün saflığı onda adeta yeniden doğmuş. Sanata aşık bir genç kız. Ama kalbi ayrı telden çalıyor Rabia'nın, ona söz geçiremiyor. 

Halide Edip, çok iyi bildiği bir dönemi ve şehri anlatıyor bize. İmparatorluğun çöküş döneminde padişahın artan baskısı, Jöntürk Hareketi ve mutlak hakimiyetin kırılma çabaları, payitahtta düzeni sağlamak için Fizan'a, Yemen'e, Şam'a sürülen onlarca masum insan, düzenin yıkılması gerektiğini savunup evinin korunaklı çatısının altından çıkmayı göze alamayan beyzadeler, kötü yönetimi bile bile devam ettiren vicdanıyla görev bilinci arasında sıkışıp kalan paşalar...Halide Edip'in çok sevdiği ve vazgeçmediği konusu Doğu-Batı ikilemi kitabın her yerinde zaten. 

Sinekli Bakkal'ı, Halide Edip'in anıları Mor Salkımlı Ev ve Türk'ün Ateşle İmtihanıyla birlikte okudum. Bugünden uzaklara gitmek istedim. Güncel olmasın istedim. Herkesin sorunlarla bir baş etme yöntemi ya da çaba harcama biçimi var. İyi geldi. 

1967 tarihli siyah beyaz Sinekli Bakkal filmine de göz ucuyla baktım. Rabia'yı Türkan Şoray oynamış. Bayılırım Türkan Şoray'a ama sanki Rabia'yı ince uzun şöyle Itır Esen'in gençliği gibi biri oynamalıymış. Filmde, Kız Tevfik rolünde Erol Günaydın, Peregrini rolünde ise Ediz Hun var.