sevdiğim kitaplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sevdiğim kitaplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Kasım 2021

Kırtasiye Dükkanı - Marjan Kamali


Kırtasiye Dükkanı, 1953 İran'ında başlayıp 2013 Amerika'sına uzanan, arka planına İran'ın politik ortamını alan güzel bir aşk hikayesi... 

Kitap, adını, Roya Kayhani ve Bahman Aslan'ın henüz 17 yaşındayken karşılaştıkları ve birbirlerine aşık oldukları kırtasiye dükkanından alıyor. 

"Dünyayı kurtaracak delikanlı" Bahman ile edebiyat düşkünü Roya'nın kitaplar, Mevlana şiirleri, politik kargaşa ve belirsizlik arasında filizlenen hikayesine odaklanırken de zaman zaman melodramik bir damar yakalıyor. 

Geçmişin asla geçmişte kalmadığı gerçeği bu iki gencin hızlı başlayan aşkının yolunu çiziyor. Son derece akıcı bir dille yazılmış, keyifle okunan bir kitap... 

18 Ekim 2021

En Mavi Göz - Toni Morrison

 

Küçük bir kız çocuğu Pecola ve en büyük dileği "En Mavi Gözlere" sahip olmak... 

Toni Morrison, Amerika Birleşik Devletleri'nin Ohio Eyaleti'nin Loraine bölgesinde siyahi Pecola'nın hikayesini anlatır bize. Kitap, bedeninde doğuştan gelen renklerin bile değişmesini isteyecek kadar öteki olduğunu hissetmiş Pecola'nın nasıl bu noktaya savrulduğunun da hikayesidir aynı zamanda. Uzun zamandır kitapların konularından ziyade nasıl anlattıklarıyla ilgilenir oldum. Buraya aslında konuları değil üzerimde etkili oldukları noktayı yazmaya çalışıyorum bu nedenle. 

Bu kitapta da beni en çok etkileyen sanırım sakin küçük mahalle insanının doğruyu yanlışı çok iyi bilmesine rağmen olan bitene sadece izleyici kalması ve pasif davranışının kötülüğü harlaması olduğunu düşünüyorum. 

Toni Morrison kitabın sonuna çok samimi bir özeleştiri notu eklemiş. Büyük yazar ve kompleksiz olmak böyle bir dedim notu okuyunca. Şunları şunları yeterince iyi anlatmayı başaramadım, sonraki versiyonda düzenledim falan demiş.  

20 Eylül 2021

Bizim Zamanımız - Sinem Sal


Sinem Sal'ın ironik ve zeka dolu diliyle yarattığı Hasköylü Mihrap, annesi ve mahallesindeki pek çok "ablanın" hikayesi bu kitap. Evet kadınlarla dolu Bizim Zamanımız... 

Mihrap bana 90'ların Sıdıka karakterini anımsattı biraz. (Kitap da o yıllarda geçiyor zaten.) Başına gelen olumsuzlukların üstesinden zekasıyla ve espri anlayışıyla gelen -acaba gerçekten gelebiliyor mu- kendiyle dalga geçebilen Mihrap'ı bir hamlede okudum, bitti. 


11 Eylül 2021

Ağabey - Mahir Güven


Ağabey, Fransa'da yaşayan Suriye göçmeni iki erkek kardeşin hikayesi... 

Göçmen ve göçmenlik, güncel fakat üzerinde konuşmak ve düşünmek için uygun ortam yaratılamayan bir konu bence. Şu ortamda sağlıklı bir biçimde ele almak neredeyse imkansız. Herkes bulunduğu tarafın ateşli savunucusu. Ağabey, göçmen olmanın, yırtma isteğinin, köklerin ve köksüzlüğün romanı. Bize, bu güncel konuyu sakin, ajitasyona girmeden anlama ve üzerinde düşünme fırsatı tanıyor. 

Kitap, göçmenlerin yaşadığı Fransa banliyösünün müthiş argosuyla bezeli yazılmış. Kitabı çevirenin argoyu kullanma kabiliyetine hayran olmamak da elde değil.  

Fransız Teğmenin Kadını - John Fowles



Fowles yine yapıyor yapacağını... Koleksiyoncu, Büyücü, Fransız Teğmenin Kadını hepsi birbirinden ne kadar farklı kitaplar ve tarzlar. Fowles'ın bu kitapları yazarken dünyaya "nanik" yaptığını düşünmeden edemiyorum. 

Fransız Teğmenin Kadını ile Viktoryan dönemin o tuhaf ahlak anlayışını ortaya koyarak müthiş bir atmosfer yaratan Fowles, kitap boyunca ara ara dönüp bize seslenerek Tanrı anlatıcı rolüyle şaşırtıcı bir mizah anlayışı geliştiriyor. 

Roman, dünya tarihinin belki de en tutucu döneminde aristokrat Charles ve özgür ruhlu Sarah arasındaki uçuk kaçık aşk hikayesini konu ediniyor. 

Sarah'a duyduğu aşkı kabullemesi bile bir hayli zaman alan Charles'in hayatı, nişanlısına verdiği söz, toplumsal statüsünün sarsılması riski, sınıfından beklenilenler ile hissettikleri arasındaki yaman çelişki içinde müthiş bir gerilime sahne oluyor. 

Her seferinde Fowles'ı okumanın çok deneysel, çok neşeli fakat aynı zamanda gerilimli olduğunu düşünüyorum. 

02 Haziran 2021

Bülbülü Öldürmek - Harper Lee


Okumayan en son benim kaldığım bir kitabı anlatmak da ne bileyim biraz tuhaf :) Olsun, tuhaflık bizim işimiz. 

ABD'nin güneyindeki hayali Maycomb kasabasında geçen kitapta, "kendine benzemeyene, ötekine düşmanlık" konusu ele alınıyor. Tahmin edersiniz ki, yer ABD'nin Güney'i ve konu öteki ise işin içinde bir siyah düşmanlığı olmazsa olmazdır. 

İşlemediği bir suç nedeniyle yargılanan Tom isimli siyahinin yargılanması, kasabanın suça ve potansiyel olarak suçlu gördüğü "kendinden farklı insana" bakış açısını ortaya koyar. Birbirini uzun zamandır tanıyan kasabalıların büyük kısmı, yargılama başlamadan dahi suçluyu ilan ederken; azınlıkta da kalsa peşin hükümlü olmayanlar da vardır. Kitap, Scout isimli küçük kız çocuğunun gözünden anlatıyor. 

Çocukların gözünden anlatılan kitapları, çocukça değil cesurca buluyorum. Önyargıların kirletemediği insanın ne olduğunu hatırlamamız için yazara da okuyucuya da imkan tanıyor. 

02 Mayıs 2021

Algernon'a Çiçekler - Daniel Keyes


Çok düşük IQ seviyesi ile dünyaya gelen Charlie, bilim adamlarının bu durumdaki insanların zeka seviyelerini artırmak için üzerinde çalıştıkları bir deneye "denek" olarak dahil olur. Daha önce bu deneyin bir parçası olan kobay faresi Algernon, onun bir adım önünde bu deneyin ilk canlı deneğidir. 

Charlie'nin macerası, insanın bilgiyle ilişkisi, hayatın anlamı gibi çok temel konularda biz okuyuculara derin derin düşünme imkanı sunuyor. 

Romanın anlatım dili yalın, konular derin... Şaşırtıcı, keyifli bir kitaptı. 
 

16 Nisan 2021

Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz - Melisa Kesmez


Öykü okuma konusunda çok iyi olduğum söylenemez. Galiba romanın çok sesli, çok kişili yapısı daha çok sarıyor beni. Katıldığım bir atölye sayesinde yeni yeni çabalıyorum. Melisa Kesmez'i bir arkadaşımın tavsiyesiyle okudum. Mutlu, umutlu, naif buna karşılık alabildiğine derin gözleme dayanan öyküler. Ben sevdim. 

13 Nisan 2021

Kağıt Ev - Carlos Maria Dominguez


 

Kağıt Ev'i, Beliz Güçbilmez atölyesi için ikinci kez okudum. İtiraf edeyim ilkinde dikkatimi çok vermeden okuyup geçmişim. İkinci okuyuşum kitabı daha derinlemesine anlamama yardımcı oldu. 

Kağıt Ev, kitap tutkunlarının çok seveceği kısa bir novella. Cambridge Üniversitesi'nde Hispanik Diller Profesörü olan Bluma Lennon'un, Emily Dickinson'un bir şiirini okurken bir arabanın altında kalmasıyla başlıyor kitap. Bluma'nın ölümünden sonra genç asistanına gelen meçhul bir kitap ve bu kitabın geliş nedeninin peşine düşen biz okuyucular, kitap tutkusu, kütüphaneler, yazarlarla kurulu bir hikayenin içine buyur ediliyoruz. 

Kağıt Ev kitap okumayı seven herkesi öyle ya da böyle içine alacak, meraklandıracak, keyiflendirecek bir kitap. 

04 Nisan 2021

Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerine - Olga Tokarczuk




Janina, Polonya'nın ücra bir köyünde bekçilik, öğretmenlik ve çevirmenlik yaparak yaşamını sürdürmektedir. Hayatında pek az insana yer vardır. Hayvanlar ve astroloji insanlardan çok daha fazla yer kaplar. Janina'nın verdiği isimle komşusu Koca Ayak'ın ölü bulunması, bu ıssız ve sakin yerin iklimini bir anda değiştirir. Bu gizemli cinayet sonrasında gelen olayların sadece habercisidir.  

Kitabın olay örgüsünü kısaca özetlemeye çalıştım. Ama kitap çok çok daha fazlası... 

İnsanlar uzun süredir dünyanın efendisi olduklarını düşünüyorlar. Tek tanrılı dinler de sonraki yüzyıllarda gelişen hümanizm de içinde bulunduğumuz postmodern zamanlar da adeta insanın konfor alanının genişletilmesi için birbiriyle yarışıyor. İcatlar, teknoloji insanlığın refahı için seferber. Hayvanlar zaten çoktaan insanlara yararlı olanlar ya da olmayanlar olarak kategorileştirilmiş durumda. Bu uzun bir süredir böyle elbette. Ancak bütün bu çaba, enerji ve seferberlik halinin sonucu insanlar açısından bakıldığın bile koca bir sıfır. 

İnsanlar kendi elleriyle yarattıkları bu dünyada mutsuz, umutsuz, eşitsiz. En temel açlık, yoksulluk sorununu çözmekten bile aciz şu anda. 

Bütün bunların kitapla ilgisi mi ne? 

Kitap aslında bize sayfalar boyunca çok temel bir şeyi anlatmaya çalışıyor. Esasında tıpkı hayvanlar, bitkiler ve diğer canlılar gibi doğanın bir parçası olan insan bunu bir süredir unuttu. İnsan, doğanın da hayvanların da birbirinin de efendisi olarak görmeye başladı kendini. Ve bu düşünce insanın sonunu getirdi. 

Konusu itibariyle kitabı, sakinlikle esenlikle okumamın mümkün olmadığını biliyordum. İnsanların, kendilerince kendilerinden zayıf gördükleri çocuklara, hayvanlara , engellilere, kadınlara davranış biçimini tartışmaya konuşmaya gerek yok. Günlük hayatta sık sık hayvanları sevdiğiniz, onlara isimler verdiğiniz, onlara "kızım" "oğlum" dediğiniz için yadırganan "kadınlardansanız", sizin de sakin bir okuma gerçekleştirmeniz mümkün değil. Ava meraklı bir grup insanı dinlerken midenizin bulanmasını engelleyemiyorsanız yine sakin olmanız mümkün değil. Zavallı biçimde kendini tertemiz, her tür börtü böceği, kediyi köpeği pis zanneden insanlara şahit oluyorsanız yine kitabı okurken sakin olmanız mümkün değil. Zulümleri sessiz bir tefekkürle karşılayıp kadere bağlayanlara şahit oluyorsanız, yine sakin kalmanız mümkün değil. 

Ama her zulmün bir sonu var. Doğa payını geri alıyor. Bunu bazen gözle görülmeyecek kadar küçük canlılarla bazen değişen iklimler yoluyla bazen kıtlıkla bir denge oluşuncaya kadar sürdürecek. 

Kitabı okurken yaşadığım didişmelere rağmen karanlık, gizemli yer yer polisiye tatlar bırakan okuma zevkini bir tarafa koyuyorum. Yer yer mizaha da başvuran satırlardan sonsuz keyif aldım. Evet ben belki şu an bir Janina değilim ama iyi bir adayım! O yüzden Janina'nın duygularını, olayları yargılayış biçimini ve içimdeki paralellikleri irkilerek okudum. 

Son bir not. Daha önce Olga Tokarczuk'un Koşucular kitabını okumaya çalışmış, ancak ilerleyememiştim. Bu okumadan sonra belki bir şans daha veririm. Ama diğer kitaplarını kesinlikle alacağım. 

Bunlar da kitaptan: 

"Hayvanlar yaşadıkları ülke hakkında gerçekleri gösterir"

"Doğanın bakış açısına göre, hiçbir yaratık yararlı ya da yararsız değildir. Bu insanlar tarafından yapılan aptalca bir ayrımcılıktır"

Kitaptaki rahibin ağzından dinlediğimiz ancak internetten toplanan av papazlarına ait gerçek bir vaazdan: 

"Hayvanlara insanmış gibi davranmak yanlıştır. Günahtır. Tanrı hayvanlara, insanların hizmetinde, daha alt bir sınıf vermiştir"


01 Nisan 2021

Mavi Kolye - Gencoy Sümer


Gencoy Sümer'den Feneryolu Cinayetleri'nin ardından yeni bir Kerim Ülkü polisiyesi... 
Bu kez, Karadeniz'in şirin kasabası Filyos'tayız. Zengin işadamı İhsan Bey'in davetiyle tesadüfen kasabada olan özel dedektifimiz Kerim Ülkü de Mavi Kolye'de işlenen cinayet için işbaşında. 

Kitap boyu, bir yandan bizi katile götürecek ipuçlarını toplarken bir yandan da tarihi antik çağlara uzanan Filyos'da tarihi eser kaçıkçılarının, borsa spekülasyoncularının, rant için doğayı katleden acımasız para avcılarının peşine düşeriz. Yine heyecanlı yine güzel bir polisiye... Kitap bittiğinde en çok Filyos'ta güneşin batışını görmek istedim. 


20 Mart 2021

Kahvaltı Sofrası - Defne Suman



Kahvaltı Sofrası, blogunu takip ettiğim Defne Suman ile tanışma kitabım oldu. 

Kimlik ve toplumsal hafızanın işlendiği roman, bence aynı zamanda bir mekanlar kitabı. Kitabın büyük bir bölümü Büyükada'da, Ada'ya yerleşik bir ailenin gözünden anlatılırken, Beyoğlu, Kurtuluş, Taksim, Kelebekler Vadisi hikayenin diğer mekanları arasında yer alıyor. 

Gelelim konuya... 

Büyükada'nın köklü ailelerinden birine mensup tanınmış ressam Şirin Saka'nın 100. yaş günü kutlaması için bir araya gelen aile üyeleri üzeri toz tutmuş aile geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalır. Ailenin geçmişi, aynı zamanda Türkiye'nin yakın tarihinde yaşanmış büyük bir acıya da ayna tutar. 

Büyükada'daki konakta bir araya gelen Şirin Saka'nın torunları Nur ile Fikret, Fikret'in delidolu kızı Selin, Nur'un eski sevgilisi aynı zamanda yakın dostu gazeteci Burak Gökçe, konağın emektarı Sadık Usta ve hayatta olmadığı için sofrada bulunamayan ailenin diğer üyeleri hep birlikte bir yapbozun parçalarını oluşturarak geçmişle yüzleşirler. 

22 Aralık 2020

Ev - Nermin Yıldırım



Ev nedir? 

Huzur, aile, "başını sokacağın bir yer", dışarının hayhuyunu dışarıda bırakacağın bir sığınak...

Peki, ev hayatsa, hakikatse, belleğimizde yer edenler ya da tam tersi hatırlamak istemediklerimizse, iyisiyle kötüsüyle yarattığımız bir gerçekse eğer... Ev (romanı),  hatırlamayı başaramadıklarımızı, tercih etmediklerimizi didiklemeye, hem bireysel hem de toplumsal yaraları kaşımaya zorluyor. Başta tatlı tatlı, sonrasında "e yeter bu kadar" diyeceğimiz türde bir kaşıma. Hayata dair bildiklerimizin neredeyse tamamını biraz da canımızın acıdığı, kaşınan yerlerden öğrenmiyor muyuz?

Kendini hep evsiz hisseden, bir eve sahip ol(a)mayan, sığınacağı bir ev bulamayan Seher'le birlikte uzun bir yolculuğa çıkıyoruz kitapta. Portekiz Porto'dan İspanya Santiago'ya uzanan gerçek bir haç rotası olan Camino de Santiago boyunca Seher'in hem fiziki hem ruhsal yolculuğuna eşlik ediyoruz. Her yol, yolculuk gibi biraz çileli, çile çektikçe de hafifleten sağaltan bir yolculuk. "Söz verdiği yolculuğa" çıkan Seher, bu yola her ne kadar tek başına çıkmak istese de arkadaşı Ogo'nun onu yalnız bırakmamasından da memnundur. Seher'in yolda edindiği arkadaşlar ve pek tabii onların bu yola çıkma hikayeleri de vardır.

Seher'in yol hikayesinde, hatırlama-unutma-bellek ilişkisini irdeleyen Nermin Yıldırım, bir yandan da aileye, güvene, bağlanmaya ilişkin bildiklerimizi eşeliyor, bolca soru işaretleri bırakıyor aklımıza. 

Kitapla ilgili "keşke" diyeceğim tek konu, "Sonsöz" bölümü olabilir. Yazarımızın tercihine karışamasak da fazla uzun tutulmuş buldum. 

05 Aralık 2020

Sinekli Bakkal - Halide Edip Adıvar


Sinekli Bakkal'ı siyah beyaz, cızırtılı, görüntüleri atlayan eski bir filmi izler gibi okudum. Meğer gerçekten de böyle bir filmi çekilmiş yıllar yıllar önce. 

Osmanlı'nın çöküş döneminde, Abdülhamit devrindeyiz. İstanbul'un daracık, kargacık burgacık bir sokağı.... Sinekli Bakkal'ın telaşesi içinde imamın kızı Emine, orta oyuncusu, karagöz oynatıcısı Tevfik'e gönlünü kaptırır. Sahnede kadın taklidi yaptığı için "Kız Tevfik" lakabıyla anılan Tevfik, neşeli, deli dolu, kabına sığmaz bir delikanlıdır. 

Emine'nin gönlü Tevfik'e düşer ama yaptığı işten, girdiği kılıktan memnun değildir. Şart koşar, evleneceksek bu işi bırakacaksın. Tevfik aşkına kavuştuğunu sanarken, esas büyük aşkı, hayatının ışığı olan oyunculuktan olur. Sonrası perperişanlık... 

Halide Edip Adıvar'ın Sinekli Bakkal romanı bu kırık dökük aşk hikayeyle başlıyor. Emine ve Tevfik'in aşkından doğan Rabia ise kitabın asıl başkahramanı oluyor. 

Billur sesli, güzeller güzeli Rabia küçücük yaşında imam dedesinin de etkisiyle İstanbul'un en tanınmış hafızı haline geliyor. Rabia gelenekçi, törelere sıkı sıkıya bağlı. Ama bir yandan da babası, Kız Tevfik'in iyi kalpli, sanatına düşkün saflığı onda adeta yeniden doğmuş. Sanata aşık bir genç kız. Ama kalbi ayrı telden çalıyor Rabia'nın, ona söz geçiremiyor. 

Halide Edip, çok iyi bildiği bir dönemi ve şehri anlatıyor bize. İmparatorluğun çöküş döneminde padişahın artan baskısı, Jöntürk Hareketi ve mutlak hakimiyetin kırılma çabaları, payitahtta düzeni sağlamak için Fizan'a, Yemen'e, Şam'a sürülen onlarca masum insan, düzenin yıkılması gerektiğini savunup evinin korunaklı çatısının altından çıkmayı göze alamayan beyzadeler, kötü yönetimi bile bile devam ettiren vicdanıyla görev bilinci arasında sıkışıp kalan paşalar...Halide Edip'in çok sevdiği ve vazgeçmediği konusu Doğu-Batı ikilemi kitabın her yerinde zaten. 

Sinekli Bakkal'ı, Halide Edip'in anıları Mor Salkımlı Ev ve Türk'ün Ateşle İmtihanıyla birlikte okudum. Bugünden uzaklara gitmek istedim. Güncel olmasın istedim. Herkesin sorunlarla bir baş etme yöntemi ya da çaba harcama biçimi var. İyi geldi. 

1967 tarihli siyah beyaz Sinekli Bakkal filmine de göz ucuyla baktım. Rabia'yı Türkan Şoray oynamış. Bayılırım Türkan Şoray'a ama sanki Rabia'yı ince uzun şöyle Itır Esen'in gençliği gibi biri oynamalıymış. Filmde, Kız Tevfik rolünde Erol Günaydın, Peregrini rolünde ise Ediz Hun var. 

14 Kasım 2020

Yetişkinlerin Yalan Hayatı - Elena Ferrante


Napoli Romanları'nın gizemli yazarı Elena Ferrante bizi bir kez daha Napoli sokaklarına götürüyor. 

Napoli'de oldukça güzel koşullarda, akademisyen ve öğretmen anne-babasıyla büyüyen Giovanna, günün birinden babasıyla bir sürtüşmesinde yıllardır görüşülmeyen Halası Vittoria'ya benzetildiğini işitiyor. Ergenliğin yıpratıcı koridorlarında çarpa çarpa ilerleyen Giovanna, bu sözden ifade edenin istediğinden de fazla etkileniyor. Halası Vittoria'nın peşine düşen Giovanna bir başka Napoli ile karşılaşıyor. Napoli'nin oldukça yoksul bir mahallesinde yaşayan Halası'nın peşinde iki dünya arasındaki farkla sarsılıyor. Yoksulluk, çirkinlik, bayağılıkla özdeşleştirdiği aşağı Napoli keşfini sürdürürken, hayatını değiştiren bir başka olayla bütün ezberleri bozuluyor. Artık Giovanna için "çirkinliğin" ve samimiyetin ölçüsü para ile ölçülemeyecek kadar farklı hale geliyor.

Yetişkinlerin Yalan Hayatı, tıpkı Napoli Romanları gibi bize aileyi, mahalleyi, yakın arkadaşlığı, kadın -erkek ilişkilerini, cinselliği sorgulatıyor. Napoli Romanları'nda bunu çocukluktan ergenliği iki kız arkadaş üzerinden yapan Ferrante, bu kez ergenimiz Giovanna ile birlikte bu sorgulamayı yaptırıyor. Napoli ışıkları içinde yine ışıklı bir kitap bence...  

Yetişkinlerin Yalan Hayatı, Elena Ferrante, Everest Yayınları, 

1Baskı Ekim 2020, Çeviren: Eren Yücesan Cendey, s.339

06 Kasım 2020

Japon Sevgili - Isabel Allende


Yıllar yıllar önce Ruhlar Evi'ni izledim. Clara rolünde muhteşem Meryl Streep vardı. Çok etkileyici, sarsıcı bir filmdi. Filmi unuttum sayılır artık ama o sarsılma duygusu hala hafızamda. Açıkçası o zamanlar bu filmin Isabel Allende'nin kaleminden çıkan Ruhlar Evi'nin beyaz perde uyarlaması olduğunu bilmiyordum. Daha doğrusu Allende'yi duymamıştım. Böylece ben farkında olmasam da Allende ile Ruhlar Evi'nin filmiyle tanışmışız. 

Sonrasında Paula'yı okudum. Istıraplı konusuna karşın (Paula, Isabel Allende'nin kızının ismi ve kitap Paula'nın hastalığı ve ölümü üzerine) Allende muhteşem bir iş çıkarmış ve kızına kelimelerden bir anıt dikmişti. 

Arkasından Ruhlar Evi'nin romanı geldi. Çok karakterli, büyülü, tüyler ürpertici... 

Kış Ortasında belki de Allende kitapları arasında en sıradan olan olabilir benim için. Kötü müydü, asla... Ama beklenti büyük olunca, biraz böyle oluyor naparsınız. 

Japon Sevgili'ye geldi sıra... İşte yeniden Allende dediğim kitap. İlk sayfasından bağlandım kitaba. Allende bir yandan kişilerin oyuncaklı, derin iç dünyalarına dalarken, nasıl bu kadar ustaca siyasi atmosferi anlatabiliyor. Hep şaşırıcam buna.

İkinci Dünya Savaşı'nın ayak sesleriyle ülkesi Polonya'yı ve ailesini bırakmak zorunda kalan Alma ve Japon sevgilisi İchimei'nin engel tanımaz aşklarına tanık oluyoruz romanda. 

İki farklı zaman diliminde akıp giden romanın bugünü konu  edinen kısmında bir başka zorunlu sürgün olan Moldavali İrina katılıyor aramıza. 

Allende, göçmenlik, savaş, toplama kampları, farklı kimlikler, ırkçılık, kadınların ve çocukların istismarı, çocuk pornosu, yaşlılık gibi her biri ayrı bir roman konusu olabilecek alabildiğine çetrefil ve sert konuları uyum ve sakinlikle ele alıyor. Bu böyle olunca, Allende'nin kaleminden çıkan her kurguyu "ne muhteşem bir kadın ne güçlü bir kalem" diyerek okuyorum. 

Son bir not, kitabı kapaktaki güzel Japon bacım için alacaklara. Kitapta öyle bir kadın yok, zira Japon sevgili bir erkek ve erkekler kapakta kitabı sattırmıyor demek :))))


24 Ekim 2020

Kitap Hırsızı - Markus Zusak


Başlık ekle

Kitap Hırsızı, savaş üzerine dokunaklı bir öykü... Adından da anlaşılacağı üzere kitap sevgisi de kitabın yan temalarından biri... 

İkinci Dünya Savaşı'nın henüz başlarında Liesel Meminger isimli 10 yaşındaki bir kızın evlatlık olarak verileceği aileye götürülmesi ile açılıyor kitap. Liesel evlatlık olarak verilmiştir çünkü babası Yahudiler gibi Hitler'in hedefi olan bir grubun üyesidir: komünisttir. 

Nazi Almanyası'nda savaşın, ırkçılığın, açlığın kol gezdiği bir ortamda Liesel, Münih şehrinin Himmel Sokağı'nda yeni ailesi, yakın arkadaşı Rudy ve mahalledeki pek çok insanla birlikte savaş gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalır. 

Kitabın en ilginç tarafı anlatıcının Azrail olması... Bana biraz Momo'yu hatırlattı kitabın anlatım tarzı. Her ne kadar anlatıcı Azrail de olsa, anlatılış biçimi ve tekniği bakış açımızı hep 10 yaşındaki Liesel'e çeviriyor. Bu özellikle dramatik ve trajik olayların anlatımında ortaya çıkıyor. Hani, kaşındıran ama ısırmayan bir anlatım, bir çocuk güzelliği... 

10 Ekim 2020

Trenin Tam Saatiydi - Heinrich Böll


Savaşın anlamsızlığını, savaşı çıkaranların değil onun kurbanı olanların gözünden en iyi kim anlatabilir? 

Böll gibi saçmalığını bile bile "savaşmak" zorunda olan biri. 

Hayatta aşkı, sevgiyi bile tadamadan, hayal kuramadan bir emirle cepheye sürülen gencecik bir insan neler düşünür? İşte bu sorunun yanıtı için de Heinrich Böll'ün söylediklerine kulak vermemiz gerekiyor. 

Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru romanıyla ilk kez tanıdığım ve çok etkilendiğim Heinrich Böll, hayatı boyunca ele almaktan usanmayacağı konuya Trenin Tam Saatiydi kitabıyla tekrar dönüyor: Savaşın anlamsızlığı.

Andreas, İkinci Dünya Savaşı'nın son günlerinde er olarak cepheye katılma emri alır, biz bugün bilsek de o savaşın sonunun yakın olduğunu bilemez. Emri alıp cepheye gitmek üzere bindiği trende "yakında öleceğim. Barış nasıl birseydir göremeyeceğim. Ne müzik... ne çiçek... ne şiir... insanlar sevinemeyecek artık ve ben öleceğim" diye düşünür.

Bir tren dolusu, farklı hayatlardan farklı dünyalardan ve yaştan askerle birlikte cepheye ilerlerken Andreas'ın aklından tek bir düşünce geçmektedir: yakında ölecek olması. Tren yol aldıkça o da adeta ölümüne yaklaşmaktadır. 

Andreas'in "geleceğin yüzü yok artık" diye hayıflandığı, savaşın bu en karamsar günlerinde tren ara bir istasyonda bir gece kalır. O zaman dilimi Andreas'a Polonyalı Olina ile tanışma fırsatı tanır. 


03 Ekim 2020

Fener Balığı - Nuray Atacık


Nuray Atacık çok yenilerde duyduğum ve ilk kez okuduğum bir yazar. Kitabı okurken, "sanki bunu bir erkek yazmış" hissiyatına kapıldım. Bunu olumsuz anlamda söylemiyorum, mekanın cinayet büro, ortamın ve jargonun erkek egemen olmasından kaynaklanıyor tabii bu. 

Polisiye kitaplardan ipucu vermeden bahsetmek zor oluyor. Fener Balığı için de bu kural geçerli tabi. Ama kitabın merkezine Cinayet Büro'nun, Murat Amir ve ekibinin oturduğunu söylemek mümkün. Ekibindekilerden kısaca bahsedersek: delişmen, yakışıklı, kadınlara fazlasıyla ilgili genç Halil, alaylı, biraz eski kafalı polis Ahmet ve ekibin atom karıncası akıllı mı akıllı Esin. Esin bu kadar erkek polis içinde parlıyor adeta.

Konuya gelince... 

Genç kızların sevgilisi, genç, yakışıklı ama biraz hoppa Boğaziçi Üniversitesi son sınıf öğrencisi torbacı Sercan'ın başının belaya girmesiyle hayatımıza giriverir karizmatik, kadın düşkünü, hırslı Barlas. Peşinden de güzel fakat kompleksi eşi Gaye, Barlas'ın asla vazgeçemediği sevgilisi Meltem... Onlar bir yanda hırslarıyla,varolma savaşıyla birbirleriyle didişirken, biz müritleriyle, abileriyle İstanbul'un ortasında bir tarikatın içinde buluruz kendimizi. Bu birbirleriyle asla yan yana gelmeyecek dünyaları ve insanları ise ancak bir cinayet buluşturur. 

Fener Balığı keyifli bir okuma sağladı. Yazarın ikinci kitabı Bukalemun'u da listeye ekledim böyle olunca. 

Kitabı bitirince bile isminin neden Fener Balığı olduğunu bir türlü çözemedim. Oldukça çirkin, koca ağızlı bu balıkla denizin dibini bulan karakter arasında bir bağ da kuramadım. Çözen, bilen varsa haber etsin...  

23 Eylül 2020

Feneryolu Cinayetleri - Gencoy Sümer


Uzun süredir ara verdiğim polisiyeye dönmenin şerefine kitap kapağına içerikle ilişkili süsleme yaptım. Müessese hiçbir çabadan, emekten kaçınmıyor görüldüğü gibi :)

Çok iyi geldi polisiye, bir süre böyle gidebilirim diye düşünüyorum. Hoş, hayatımız olmuş olay yeri ama çivi çiviyi söküyor mu ne, iyi geliyor sonuçta. 

Feneryolu Cinayetleri, kapalı oda polisiyesinden az köşk bahçesine kadar açılmış, çok hoş, klasik polisiye özellikleri taşıyan bir kitap. Konusuna gelince...

Güzeller güzeli sinema oyuncusu Piraye Biricik'in intiharının üzerinden 13 yıl geçtikten sonra özel dedektifimiz Kerim Ülkü'ye yazılan bir mektup dosyanın tekrar açılmasına neden olur. Üzerinden uzun yıllar geçse de Piraye Biricik olayı, o günleri yaşayanların hafızalarından silinebilecek gibi değildir zaten. 

Özel dedektifimiz Kerim Ülkü'ye eşlik eden Dr. Watson yardımcı rolündeki Faruk Arman, Piraye'nin sır intiharını marifetle çözmeye uğraşırken, son dakikaya kadar bize ipucu vermeyerek sağ olsunlar heyecanımızı da diri tutmayı başarıyorlar.