16 Nisan 2021
Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz - Melisa Kesmez
Öykü okuma konusunda çok iyi olduğum söylenemez. Galiba romanın çok sesli, çok kişili yapısı daha çok sarıyor beni. Katıldığım bir atölye sayesinde yeni yeni çabalıyorum. Melisa Kesmez'i bir arkadaşımın tavsiyesiyle okudum. Mutlu, umutlu, naif buna karşılık alabildiğine derin gözleme dayanan öyküler. Ben sevdim.
13 Nisan 2021
Metin Abi'ye...
Eğer bu bir veda yazısı olsaydı, yüreğim yetmezdi. Ama veda etseydim sana Metin Abi, bunu bilirdim eminim. Gülümsemen gözümün önüne gelip de şu an tebessüm ediyorsam, bu olsa olsa bir saygının ifadesi yazısıdır, başka ne olacak?
Bulunduğu yeri aydınlatan, herkese kolu kanadı yeten çok az insan var. Biri de benim payıma düştü, ne şanslıyım. Hiç mi sekmez bilmiyorum, ya telefonun ucunda ya onca işinin ortasında bir masanın başında. Nerden bilir, nasıl hisseder dara düştüğünü insanın, bunun da hikmetinden sual olunmaz.
Fazla eli açık, fazla vicdanlı, fazla yufka yürekli bulur; kendini hep ihmal ettiğini düşünür, söylerdim de bunu ona. Baya dırdır ederdim. Tatlı tatlı didişirdik. Beş benzemez onca insanı bir araya getirir; herkesin nerde, ne koşulda olduğunu bilir; sorar, arar, küsmez, darılmaz, sabreder, dinler ve kendi de anlatırdı hikayelerini.
Hem koskocaman bir yürek; hem muzip küçük bir çocuk. Hem “ne olursa olsun arkandayım” diyen bir güven hem yiyelim içelim eğlenelim diyen bir neşe… Hem rakamları evirip çevirerek oynamayı seven küçük bir yaramaz hem kim bilir nerelerden topladığı hikayeleri anlatan bir dede…
Metin Abi, biz seni çok sevdik. Sen de bizi, hepimizi o yüreğe sığdırdın.
Kağıt Ev - Carlos Maria Dominguez
Kağıt Ev'i, Beliz Güçbilmez atölyesi için ikinci kez okudum. İtiraf edeyim ilkinde dikkatimi çok vermeden okuyup geçmişim. İkinci okuyuşum kitabı daha derinlemesine anlamama yardımcı oldu.
Kağıt Ev, kitap tutkunlarının çok seveceği kısa bir novella. Cambridge Üniversitesi'nde Hispanik Diller Profesörü olan Bluma Lennon'un, Emily Dickinson'un bir şiirini okurken bir arabanın altında kalmasıyla başlıyor kitap. Bluma'nın ölümünden sonra genç asistanına gelen meçhul bir kitap ve bu kitabın geliş nedeninin peşine düşen biz okuyucular, kitap tutkusu, kütüphaneler, yazarlarla kurulu bir hikayenin içine buyur ediliyoruz.
Kağıt Ev kitap okumayı seven herkesi öyle ya da böyle içine alacak, meraklandıracak, keyiflendirecek bir kitap.
04 Nisan 2021
Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerine - Olga Tokarczuk
Janina, Polonya'nın ücra bir köyünde bekçilik, öğretmenlik ve çevirmenlik yaparak yaşamını sürdürmektedir. Hayatında pek az insana yer vardır. Hayvanlar ve astroloji insanlardan çok daha fazla yer kaplar. Janina'nın verdiği isimle komşusu Koca Ayak'ın ölü bulunması, bu ıssız ve sakin yerin iklimini bir anda değiştirir. Bu gizemli cinayet sonrasında gelen olayların sadece habercisidir.
Kitabın olay örgüsünü kısaca özetlemeye çalıştım. Ama kitap çok çok daha fazlası...
İnsanlar uzun süredir dünyanın efendisi olduklarını düşünüyorlar. Tek tanrılı dinler de sonraki yüzyıllarda gelişen hümanizm de içinde bulunduğumuz postmodern zamanlar da adeta insanın konfor alanının genişletilmesi için birbiriyle yarışıyor. İcatlar, teknoloji insanlığın refahı için seferber. Hayvanlar zaten çoktaan insanlara yararlı olanlar ya da olmayanlar olarak kategorileştirilmiş durumda. Bu uzun bir süredir böyle elbette. Ancak bütün bu çaba, enerji ve seferberlik halinin sonucu insanlar açısından bakıldığın bile koca bir sıfır.
İnsanlar kendi elleriyle yarattıkları bu dünyada mutsuz, umutsuz, eşitsiz. En temel açlık, yoksulluk sorununu çözmekten bile aciz şu anda.
Bütün bunların kitapla ilgisi mi ne?
Kitap aslında bize sayfalar boyunca çok temel bir şeyi anlatmaya çalışıyor. Esasında tıpkı hayvanlar, bitkiler ve diğer canlılar gibi doğanın bir parçası olan insan bunu bir süredir unuttu. İnsan, doğanın da hayvanların da birbirinin de efendisi olarak görmeye başladı kendini. Ve bu düşünce insanın sonunu getirdi.
Konusu itibariyle kitabı, sakinlikle esenlikle okumamın mümkün olmadığını biliyordum. İnsanların, kendilerince kendilerinden zayıf gördükleri çocuklara, hayvanlara , engellilere, kadınlara davranış biçimini tartışmaya konuşmaya gerek yok. Günlük hayatta sık sık hayvanları sevdiğiniz, onlara isimler verdiğiniz, onlara "kızım" "oğlum" dediğiniz için yadırganan "kadınlardansanız", sizin de sakin bir okuma gerçekleştirmeniz mümkün değil. Ava meraklı bir grup insanı dinlerken midenizin bulanmasını engelleyemiyorsanız yine sakin olmanız mümkün değil. Zavallı biçimde kendini tertemiz, her tür börtü böceği, kediyi köpeği pis zanneden insanlara şahit oluyorsanız yine kitabı okurken sakin olmanız mümkün değil. Zulümleri sessiz bir tefekkürle karşılayıp kadere bağlayanlara şahit oluyorsanız, yine sakin kalmanız mümkün değil.
Ama her zulmün bir sonu var. Doğa payını geri alıyor. Bunu bazen gözle görülmeyecek kadar küçük canlılarla bazen değişen iklimler yoluyla bazen kıtlıkla bir denge oluşuncaya kadar sürdürecek.
Kitabı okurken yaşadığım didişmelere rağmen karanlık, gizemli yer yer polisiye tatlar bırakan okuma zevkini bir tarafa koyuyorum. Yer yer mizaha da başvuran satırlardan sonsuz keyif aldım. Evet ben belki şu an bir Janina değilim ama iyi bir adayım! O yüzden Janina'nın duygularını, olayları yargılayış biçimini ve içimdeki paralellikleri irkilerek okudum.
Son bir not. Daha önce Olga Tokarczuk'un Koşucular kitabını okumaya çalışmış, ancak ilerleyememiştim. Bu okumadan sonra belki bir şans daha veririm. Ama diğer kitaplarını kesinlikle alacağım.
Bunlar da kitaptan:
"Hayvanlar yaşadıkları ülke hakkında gerçekleri gösterir"
"Doğanın bakış açısına göre, hiçbir yaratık yararlı ya da yararsız değildir. Bu insanlar tarafından yapılan aptalca bir ayrımcılıktır"
Kitaptaki rahibin ağzından dinlediğimiz ancak internetten toplanan av papazlarına ait gerçek bir vaazdan:
"Hayvanlara insanmış gibi davranmak yanlıştır. Günahtır. Tanrı hayvanlara, insanların hizmetinde, daha alt bir sınıf vermiştir"
01 Nisan 2021
Mavi Kolye - Gencoy Sümer
20 Mart 2021
Kahvaltı Sofrası - Defne Suman
Kahvaltı Sofrası, blogunu takip ettiğim Defne Suman ile tanışma kitabım oldu.
Kimlik ve toplumsal hafızanın işlendiği roman, bence aynı zamanda bir mekanlar kitabı. Kitabın büyük bir bölümü Büyükada'da, Ada'ya yerleşik bir ailenin gözünden anlatılırken, Beyoğlu, Kurtuluş, Taksim, Kelebekler Vadisi hikayenin diğer mekanları arasında yer alıyor.
Gelelim konuya...
Büyükada'nın köklü ailelerinden birine mensup tanınmış ressam Şirin Saka'nın 100. yaş günü kutlaması için bir araya gelen aile üyeleri üzeri toz tutmuş aile geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalır. Ailenin geçmişi, aynı zamanda Türkiye'nin yakın tarihinde yaşanmış büyük bir acıya da ayna tutar.
07 Şubat 2021
Kapak Kızı - Yeşil Peri Gecesi - Osman Ayfer Tunç
Bankacı Ersin, radyocu Selda ve yemekli vagonun garsonu Bünyamin, Şebnem'in fotoğraflarından farklı şekilde sarsılır. Her biri, Şebnem'e ayrı bir rol biçer. Aslında kendi durdukları yerden kendi içlerine bakarlar. Bir genç kızın bedeni üzerinden dönen bu hesaplaşmada onun -şimdilik- sesini duyamayız.
Yeşil Peri Gecesi
Kapak kızı Şebnem'dedir artık söz. Şebnem, hem Phoenix Dergisi'nin kapağını süslediği o fotoğrafın hikayesini hem de çocukluktan başlayarak yaşamını anlatır. "Güzellerin talihi çirkin olur" dedirtecek bu hikayede, Şebnem haklılığının peşinde değildir, sevilmenin peşindedir daha çok. Olan biten düşünüldüğünde Şebnem belki de kurbandır ama boyun eğmeye niyetli, uysal, silik bir kurban olması mümkün değildir.
Osman
Bu kez Şebnem'in kocası Osman'ı dinleriz. Bir yandan 24 yaşından bu yana tuttuğu günlükleri okuruz diğer yandan da onu tanıyanlar anlatır Osman'ı.
Entelektüel yatırımı fazla, yaşam gustosu gelişmiş, kültürlü, zevkli Osman'ın ne yazık ki hayatta kalma pratiği yok denecek kadar azdır. Elitist, disiplinli profesör babasının gölgesinde içimizi acıtacak kadar ezilen Osman ile başlangıçta empati kurmamak mümkün değilken, hayattaki tavırsızlığı, mirasyediliği, savurganlığı, lüks bir yaşamdan taviz vermemek için görmezlikten geldiklerini öğrenince de öfkeye kapılmaktan kendimizi alamayız.
Aralarında en az 10 yıl olacak şekilde yazılmış bu üç kitabı peş peşe okudum. Bağımsız okunabilirler ama tekil okunduklarında bu keyfi vereceklerini zannetmiyorum. O yüzden üçünü de sırayla okuyun derim.
18 Ocak 2021
Carol - Tuzun Bedeli - Patricia Highsmith
New York'da büyük mağazalardan birinde çalışan Therese ile alımlı, zengin, boşanmak üzere olan Carol'ın aşk hikayesi bu kitap.
1950'lerin Amerikası'nda iki kadının birbirine duyduğu bu aşk, elbette pek çok zorlukla karşı karşıya kalır. Highsmith'in incelikle ve zarif bir biçimde bize ulaştırdığı duygulara karşın toplumun norm olarak gördüğü şeylerin dışına çıkanların illa büyük bedeller ödemek zorunda kaldığına bir kez daha şahit oluruz. Allahtan ödenmek zorunda kalınan bedellere rağmen karamsar bir kitap değil Carol.
Zamanında, sanırım hoş kapağı ve Patricia Highsmith sevgim nedeniyle almışım kitabı. Bayadır da duruyordu. Yeni bir polisiye-gerilim okuyacağımı düşünmüştüm, aşk hikayesi çıktı içinden ama gerilimi eksik değildi.
Kitabı basmak da güç olmuş, Highsmith kendisi anlatıyor kitabın sonunda. İlk kitabı Trendeki Yabancılarla belli bir beğeniye ulaşan ve Alfred Hitchcock tarafından sinemaya uyarlanan Highsmith, daha sonra Carol'ı yazmış ve yayıncısına vermiş. Yayıncı konusu itibariyle uygun görmemiş hatta"gerilim yazarı" imajına ters düşeceğini söylemiş. Başka yayınevlerinden de aynı yanıtı alınca başka bir isimle -Claire Morgan- kitabı bastırabilmiş Highsmith. Taa 1989 yılına kadar da kendi ismiyle basılmamış kitap.
Kitaptaki öykünün temeli, yazarın kendi yaşadığı gerçek bir olaya dayanıyor. Kısa bir dönem tıpkı Therese gibi büyük bir mağazada tezgahtarlık yapmış o da.
Kitabın bol Altın Küre ödüllü filmi de varmış. Alımlı, soğuk, havalı Carol'ı Cate Blanchett oynamış, bence tam isabet.
11 Ocak 2021
Yapay zeka, sosyal medya, yeni gerçeklik…
Whatapp tartışmaları aldı yürüdü. Herkes kendince haklı olduğunu düşündüğü noktada konuyu anlayıp çözümlemeye çalışıyor. Uzun süredir üzerine konuşulacak bir mahremiyetimizin kalmadığını düşünenler kadar, “gizli” bilgilerinin ele geçirileceğini düşünenler de çok. Herkes çeşitli önlemler almakla meşgul. Bilgilerini Amerikalıların değil, Rusların işlemesini tercih edenler, direkt yetkililere mektup yazmak için yerli-milli bir şirketi tercih edenler vs..
Bütün bu tartışmaları pandemi ortamı içinde yürütüyoruz. Gitmek zorunda kaldığımız işlerimiz dışında çoğunlukla evdeyiz ve büyük oranda izoleyiz. Peki, son bir yılda ne olmuş dersiniz? Türkiye’de Instagram kullanıcı sayısı 6 milyon, Snapchat 2 milyon, twitter 1,6 milyon, Linkedin 1,1 milyon artmış. Yani bir yandan gizliliğimizin kalmadığına öfkelenirken bir yandan da bu girdaba gönüllü yeni kurbanlar eklemişiz. Bu yazıyı nerede yazıyorum, dıtt… bilemediniz doğru cevap Instagram J
Sosyal İkilem ismiyle Türkçe’ye çevrilen “Social Dilemma”yı izledim. Facebook, Google, Twitter, Intagram gibi sosyal medya devlerinin mutfaklarında çalışmış son derece akıllı mühendislerin, iş geliştirmecilerin “günah çıkarma” ayini gibi bir belgesel. Belgeselde şok edici bir gerçek yok, buna karşılık derli toplu dert anlatıyor. Bu akıllı insanlar, her birimizden daha fazla sosyal medyanın gerçekliğini biliyor ve fakat kendilerinin de itiraf ettiği gibi olay kontrolden çoktan çıkmış durumda.
Bu insanların anlattığı, sosyal medya şirketlerinin bildiğimiz anlamda bilgilerimizi satmadığı ama daha kötüsünü yaptıkları yönünde. Davranışlarımızı, günlük rutinimizi, sevdiklerimizi, kaçındıklarımızı toplayıp işleyerek bir profil çıkarıyor ve bu profil artık bizi bir ürün haline getiriyor. Yani bedavaya elde ettiğimizi sandığımız sosyal medyanın ürünü haline geliyoruz.
Bir zamanlar yapay zekanın dünyayı ele geçireceğini anlatan bilimkurgu filmleri yapılırdı. Yapay zeka insanlar tarafından icat edilen, sonradan kontrolden çıkan kötü kalpli bir takım adamlardı filmlerde. Ne kadar da naifmişiz yine. Bugün geldiğimiz noktada anlıyoruz ki yapay zeka aslında bir metaformuş. Yapay zeka bizi yok edecek. Evet doğru. Ama sandığımız gibi meydan muharebesinde değil. (büyüklerimiz ne kadar doğru söylemiş silah icat oldu mertlik bozuldu diye) Belgeseli izlerseniz, bunu manipülasyon ve propaganda yoluyla nasıl kolaylıkla yaptıkları da anlatılıyor. Günlük hayatta herhangi bir basit konuda bile artık çok net cephelere ayrılabildiğimizi ve kendi bulunduğumuz cepheyi hunharca savunduğumuzu gözünüzün önüne getirin. Sıcak bir örnek aşı konusunda yaşanıyor. Aşı karşıtları ve savunucuları gerçekten de çok farklı insanlar mı sizce?
“Gerçek çok sıkıcı. Yalan bilgiler, gerçek bilgilerden daha fazla şirketlere para kazandırdığı için böyle bir evren yarattık” Belgeselde aktarılan bilgilere göre, Twitter’da yalan haberler doğru haberlere göre 6 kat hızlı yayılıyor. Sahtesi gerçeğinde 6 kat avantajlıysa dünya ne hale gelir. Yalan yanlış kaynağı belirsiz haberler o kadar hızla yayılıyor ki, neyin doğru neyin yanlış olduğunu artık bilemeyecek hale geliyoruz ve işte yeni gerçeklik böyle kuruluyor. Covid sürecinde sıkça yaşandı bu durum. Kaynağı belirsiz bir sürü “haberimsi” saçıldı ortalığa. Karmaşada inanacak bir şey bulmak zor oluyor, sonuçta tümden reddetmek daha kolay geliyor hatta bazen insana.
Bütün bunların içinden nasıl çıkılacağına dair bir fikrim yok. Zaten böyle bir donanımım da yok. Sadece sonuçlarını görüyorum. Teknik etiği üzerine odaklanan "Center for Humane Technology"nin eş kurucusu ve başkanı, daha önce Google'da çalışan Tristan Harris’e göre, “neyin sorun olduğu konusunda hemfikir olmazsak mahvoluruz”
09 Ocak 2021
Ahitler - Margaret Atwood
Baskıcı, askeri bir diktatörlükle yönetilen Gilead'te tüm özgürlükler ortadan kalkmıştır. Kadınlar sadece doğurganlıklarına indirgenmiş, yönetici sınıf dışındaki tüm toplumsal katmanlar korkuyla sindirilip rejimin devamlılığı için çalışır hale getirilmiştir.
Damızlık Kızın Öyküsü'nden devam ettiğimiz bu distopik hikayede Atwood, kendisi küçük etkisi büyük bir mum ışığı yakıyor. Bir rejim ne kadar baskıcı olursa olsun, duvarlardaki çatlaklardan sızan ışığın karanlık bir korku rejimini çözebileceğine olan inancımızı yeşertiyor.
"Gilead nasıl yıkıldı?" sorusuna bir yanıt olan Ahitler'de, totaliter rejimlerin içten içe yıkıldığını anlatıyor bize Atwood. Üç farklı anlatıcı ve bakış açısıyla ilerleyen kitapta, keyifle Gilead'in çözülüşünü okuyoruz.
05 Ocak 2021
Atmaca - Hikmet Hükümenoğlu
Lise son sınıf öğrencisi Ömer, edebiyata, filmlere, müziğe tutkun, arkadaşlarıyla kendi küçük dünyasında yaşayan bir çocuktur. Romanın açıldığı tarih olan 1995'te Ömer, lisenin bitmesini iple çekmekte ve yeni bir hayata başlamak için sabırsızlanmaktadır.
-Tıpkı benim gibi- kuponla ansiklopedi alınan, karışık kasetlerin doldurulduğu, Blade Runner'ların, Trevanian'ların döneminde çocukluğu geçen Ömer'in ailesi mütevazi, okumuş, tipik bir memur-öğretmen ailesidir.
Ömer'i 1995'ten alarak 2019'a kadar getiririz. Bu süreçte, Ömer de ülke de ilişkiler de değişir, dönüşür. Değişmeyen tek şey "gerçek"tir demek isterdim ama gerçek kavramının kendisi bile değişerek sorgulanabilir hale gelir.
Körburun ile tanıdığım Hikmet Hükümenoğlu'nu çok etkileyici ve sersemletici bulmuştum. Atmaca, hem daha sakin hem daha güncel bir okuma sunuyor bize. Körburun'a da ufak ufak selamlar yolluyor ama bir devam kitabı değil, sadece kaldığı yerden anlatıyor.
01 Ocak 2021
2020 dökümü
2020 yılı için (kendime) bir döküm hazırladım. Ne yaptım ne ettim ileride bakarım diye. Ne yazık ki izlediğim filmlerin tamamını hatırlamıyorum bunu fark ettim, bu dökümü de bundan yapmaya karar verdim, diğerlerini de unutmayayım diye :)
Kitaplar:
İskenderiye Dörtlüsü (Justine - Balthazar - Mountolive - Clea) Lawrence Durrel
Meselenin Özü - Graham Greene
Eşlikçi Kız - Nina Berberova
Bağlar - Domenico Starnone
Kağıt Ev - Carlos Maria Dominguez
Zorba - Kazancakis
Fındık Kabuğu - Ian Mc Ewan
Kış Ortasında - Isabel Allende
Hepimiz Tamamen Kendimizi Kaybettik - Karen Joy Fowler
Kasiyer - Sayaka Murata
Günden Kalanlar - Kazuo Ishıguro
Keyif Evi - Edith Wharton
Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet - Thomas De Quincey
Beni Asla Bırakma - Kazuo Ishiguro
Üvey Kardeş - Lars Saabye Christensen
Naif. Süper - Erled Loe
Amerikana - Chimamanda Ngozi Adichie
Kıymetli Şeylerin Tanzimi - Sezen Ünlüönen
Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir - Selçuk Altun
Kayıp Çocuk Arşivi - Valeria Luiselli
İnsan Lekesi - Philip Roth
Kapı - Magda Szabo
Kırık Ayna - Merce Rodoreda
Masumiyet ya da Özel İlişki - Ian Mc Ewan
Moskova'da Bir Beyefendi - Amor Towles
Mahcubiyet ve Haysiyet - Dag Solstad
Feneryolu Cinayetleri - Gencoy Sümer
Fener Balığı - Nuray Atacık
Trenin Tam Saatiydi - Heinrich Böll
Kitap Hırsızı - Markus Zusak
Japon Sevgili - Isabel Allende
Yetişkinlerin Yalan Hayatı - Elena Ferrante
Sinekli Bakkal - Halide Edip Adıvar
Mor Salkımlı Ev - Halide Edip Adıvar
Türk'ün Ateşle İmtihanı - Halide Edip Adıvar
Ev - Nermin Yıldırım
Atmaca - Hikmet Hükümenoğlu
Bağlar, Tamamen Kendimizi Kaybettik, Günden Kalanlar ve Ev en çok sevdiklerim diye not düşüyorum. Pekçok başka sevdiğim de var. Ama bir en bırakmak istedim.
İskenderiye Dörtlüsü'nü zorlukla bitirdim. İçine giremedim ya da o beni almadı :)
Bu seneye kadar dizi izleme adetim yoktu, pandemiyle hayatıma girdi. İzleyip aklımda kalanları yazıyorum.
Good Place
Dead To Me
Marcella
Vikings
Unortodoks
Rita
Bir Başkadır
Crown
Filmler de şöyle:
Maudie
Kraliçe
Toskana Güneşi'nin Altında
Amadeus
Edebiyat ve Patates Turtası Derneği
İki Papa
Deli ve Dahi
Birdman veya Cahilliğin Umulmayan Erdemi
Hayallerin Peşinde
Fargo
9 Kere Leyla
Gözlerindeki Sır - El Secreto De sus Ojos
22 Aralık 2020
Ev - Nermin Yıldırım
Ev nedir?
Huzur, aile, "başını sokacağın bir yer", dışarının hayhuyunu dışarıda bırakacağın bir sığınak...
Peki, ev hayatsa, hakikatse, belleğimizde yer edenler ya da tam tersi hatırlamak istemediklerimizse, iyisiyle kötüsüyle yarattığımız bir gerçekse eğer... Ev (romanı), hatırlamayı başaramadıklarımızı, tercih etmediklerimizi didiklemeye, hem bireysel hem de toplumsal yaraları kaşımaya zorluyor. Başta tatlı tatlı, sonrasında "e yeter bu kadar" diyeceğimiz türde bir kaşıma. Hayata dair bildiklerimizin neredeyse tamamını biraz da canımızın acıdığı, kaşınan yerlerden öğrenmiyor muyuz?
Kendini hep evsiz hisseden, bir eve sahip ol(a)mayan, sığınacağı bir ev bulamayan Seher'le birlikte uzun bir yolculuğa çıkıyoruz kitapta. Portekiz Porto'dan İspanya Santiago'ya uzanan gerçek bir haç rotası olan Camino de Santiago boyunca Seher'in hem fiziki hem ruhsal yolculuğuna eşlik ediyoruz. Her yol, yolculuk gibi biraz çileli, çile çektikçe de hafifleten sağaltan bir yolculuk. "Söz verdiği yolculuğa" çıkan Seher, bu yola her ne kadar tek başına çıkmak istese de arkadaşı Ogo'nun onu yalnız bırakmamasından da memnundur. Seher'in yolda edindiği arkadaşlar ve pek tabii onların bu yola çıkma hikayeleri de vardır.
Seher'in yol hikayesinde, hatırlama-unutma-bellek ilişkisini irdeleyen Nermin Yıldırım, bir yandan da aileye, güvene, bağlanmaya ilişkin bildiklerimizi eşeliyor, bolca soru işaretleri bırakıyor aklımıza.
Kitapla ilgili "keşke" diyeceğim tek konu, "Sonsöz" bölümü olabilir. Yazarımızın tercihine karışamasak da fazla uzun tutulmuş buldum.
11 Aralık 2020
9 Kere Leyla, Cahide...
05 Aralık 2020
Mor Salkımlı Ev - Türk'ün Ateşle İmtihanı - Halide Edip Adıvar
Anı kitaplarını, otobiyografileri, biyografileri, mektupları, günlükleri okumayı seviyorum. Bir yazarın anılarını okumuşsam üzerine romanlarını okumayı daha çok seviyorum. Satır aralarındaki ipuçlarını bulmak keyifli geliyor. Dönemi daha iyi kavrıyorum. Neyi, neden anlattığını, hangi karakterden ilham aldığını, yaşadığı dönemin izlerini bulmak, tahmin etmek hoşuma gidiyor.
Bu ara çokça çağdaş edebiyat okuduğum için elim eskilere gitti. Halide Edip Adıvar'ın Sinekli Bakkal'ını okuyacaktım. Baktım yanında Mor Salkımlı Ev duruyor. Ne zaman almışım hatırlamıyorum. Hatta roman sanıyorum, baktım anıları. Doğduğu 1884 yılından başlayıp 1918 yılına kadarki dönemi kapsıyor. Yani Abdulhamit'ten Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadarki dönem. Sizi bilmem, ben toplumsal dönüşümün hızlı olduğu zamanlarda insanların ne düşündüklerini, yaşadıklarını hep merak ederim. Bu ilk elden olunca daha da güzel oluyor.
Sonuçta, Sinekli Bakkal'a niyet, Mor Salkımlı Ev'e kısmet başladım okumaya.
İstanbul'da Abdulhamit Döneminde başlayan anılar, çok kültürlü çok renkli imparatorluğun bir de çöküş dönemine denk geldiği için tam cümbüş. Habeş, Çerkez halayıklar, lalalar, Yahudiler, Hristiyanlar, Kürt ağalar... sarayın artan baskısı, değişen toplumsal hayat, isimleri tarihe geçecek paşaların, düşünce ve fikir insanlarının bulunduğu bir ortamda geçen acısıyla tatlısıyla bir çocukluk.
Jön Türkler, sonrasında İttihat Terakki, İzmir'in işgali, Halide Hanım'ın kürsüye çıktığı meşhur Sultan Ahmet mitingi, yavaş yavaş şekillenen Milli Mücadele. Anıların ilk cildi Mor Salkımlı Ev, 1918'de sona eriyor. Sevdim bu bölümü.
Kitap bitti. Bakınırken anladım ki, bir de devamı var anıların. Türk'ün Ateşle İmtihanı. Bu ikinci kısım 1918'de İngilizlerin İstanbul'u işgaliyle Halide Hanım'ın Anadolu geçişi ile başlıyor, Cumhuriyet'in ilan edildiği tarihte son buluyor. İlk kitabın aksine, bu kitapta bir mesafe hissettim. Bazı olayları ima ederek geçiyor, bazılarında kanaat bildirmiyor. Cumhuriyet'in ilanından sonra yaşadığı fikir ayrılığı ile uzun süre yurtdışında yaşadığı da gözönünde bulundurularsa, kendini gizlemiş sanki Halide Hanım. Sonuçta anlattığı dönem itibariyle yine de ilgi çekici ve okunası bence. Anıların bonusu 1920'lerin Ankarası'na gitmek oldu benim için. Çiftlik, Kalaba, Ankara halkı ilginçti.
Sinekli Bakkal - Halide Edip Adıvar
Sinekli Bakkal'ı siyah beyaz, cızırtılı, görüntüleri atlayan eski bir filmi izler gibi okudum. Meğer gerçekten de böyle bir filmi çekilmiş yıllar yıllar önce.
Emine'nin gönlü Tevfik'e düşer ama yaptığı işten, girdiği kılıktan memnun değildir. Şart koşar, evleneceksek bu işi bırakacaksın. Tevfik aşkına kavuştuğunu sanarken, esas büyük aşkı, hayatının ışığı olan oyunculuktan olur. Sonrası perperişanlık...
Halide Edip Adıvar'ın Sinekli Bakkal romanı bu kırık dökük aşk hikayeyle başlıyor. Emine ve Tevfik'in aşkından doğan Rabia ise kitabın asıl başkahramanı oluyor.
Billur sesli, güzeller güzeli Rabia küçücük yaşında imam dedesinin de etkisiyle İstanbul'un en tanınmış hafızı haline geliyor. Rabia gelenekçi, törelere sıkı sıkıya bağlı. Ama bir yandan da babası, Kız Tevfik'in iyi kalpli, sanatına düşkün saflığı onda adeta yeniden doğmuş. Sanata aşık bir genç kız. Ama kalbi ayrı telden çalıyor Rabia'nın, ona söz geçiremiyor.
Halide Edip, çok iyi bildiği bir dönemi ve şehri anlatıyor bize. İmparatorluğun çöküş döneminde padişahın artan baskısı, Jöntürk Hareketi ve mutlak hakimiyetin kırılma çabaları, payitahtta düzeni sağlamak için Fizan'a, Yemen'e, Şam'a sürülen onlarca masum insan, düzenin yıkılması gerektiğini savunup evinin korunaklı çatısının altından çıkmayı göze alamayan beyzadeler, kötü yönetimi bile bile devam ettiren vicdanıyla görev bilinci arasında sıkışıp kalan paşalar...Halide Edip'in çok sevdiği ve vazgeçmediği konusu Doğu-Batı ikilemi kitabın her yerinde zaten.
Sinekli Bakkal'ı, Halide Edip'in anıları Mor Salkımlı Ev ve Türk'ün Ateşle İmtihanıyla birlikte okudum. Bugünden uzaklara gitmek istedim. Güncel olmasın istedim. Herkesin sorunlarla bir baş etme yöntemi ya da çaba harcama biçimi var. İyi geldi.
1967 tarihli siyah beyaz Sinekli Bakkal filmine de göz ucuyla baktım. Rabia'yı Türkan Şoray oynamış. Bayılırım Türkan Şoray'a ama sanki Rabia'yı ince uzun şöyle Itır Esen'in gençliği gibi biri oynamalıymış. Filmde, Kız Tevfik rolünde Erol Günaydın, Peregrini rolünde ise Ediz Hun var.