29 Ağustos 2020

Masumiyet ya da Özel İlişki - Ian McEwan

 


Azıcık söyleneyim hemen kitabı anlatıcam....

Malum korona patladı iyice, ben de işe yürüyerek gitmek zorunda kalıyorum. Bir yandan tembelliğimin darbe alması bir yandan sıcak hava derken, yoruluyorum, erkenden uykum geliyor. Elime aldığım kitabı iki sayfa okuyup uyuyorum. Efenim kısaca bu mazaretlerle okuyamıyorum, okuyamayınca kendimi tazeleyemiyorum falan filan... Dertliyim yani bu aralar... Ama toparlayacağım. 

Şimdi kitabın adına uyumla masum oğlumun tuttuğu kitaba zıplıyorum...

Ian McEwan'ı Kefaret'ten bu yana seviyorum. İnsanın derinlerine inmeyi ve her defasında ele aldıklarıyla şaşırtmayı biliyor. Üslubu da her daim akıcı, merak uyandırıcı. 

Masumiyet ya da Özel İlişki yazarın bir yerde okuduğum, bahsedilen, duyduğum bir kitabı değildi, tesadüfen -muhtemelen üslubuna güvenerek- alıp atmışım kütüphaneye. Daha önce Suçsuz adıyla yayımlanmış. Hitchcock'un Gizli Teşkilatı filmini izleyenlere yakın gelecek bir konusu var kitabın. 

İkinci Dünya Savaşı sona ermiş, artık Soğuk Savaş başlamıştır. 

25 yaşındaki deneyimsiz, biraz içe kapanık, hayatı tanımamış, posta servisi memuru İngiliz kahramanımız Leonard Marnham, Almanya Berlin'e Amerikalılar ve İngilizlerin ortak çalıştığı tarihe "Altın Operasyon" adıyla geçen gizli bir operasyonda görev almak için ayak basar. Operasyonun amacı, Amerikalılar ve İngilizlerin, Doğu Berlin ile Sovyetler arasındaki gizli haberleşemelerini dinlemek üzere bir tünel kazmaları ve elektronik haberleşme yollarına sızmaya çalışmalarıdır. Marnham da teknisyen olarak bu operasyonda görev alır. Arka planımız bu. 

Şehirdeki görevi sırasında tanıştığı Maria ile nişanlanan Marnham, hiç ummadığı bir anda Maria'nın alkolik ve kavgacı eski kocası Otto'yu hayatında bulur. Bu karşılaşma, ikilinin ilişkisini de operasyonun seyrini de dramatik bir biçimde değiştirir. 

McEwan, masum görünen bir insanın, kendisinin dışında gelişen olaylar karşısında aldığı tavrı gözlemlememiz için bize bir deney imkanı sunarken; masumiyet nedir, insan iradesi olayların gelişimini ne ölçüde değiştirebilir, insanın sınırları nelerdir sorularını sorduruyor. Özellikle kitabın yarısından sonrası bir polisiye roman tadında ve akıcılığında ilerliyor. Tavsiye olunur. 



 

17 Ağustos 2020

Kırık Ayna - Merce Rodoreda

Somut kazanıma odaklı insanlar için şöyle efsane bir soru var, özellikle kurgu kitaplar için; "Büyük bir bölümünü de unuttuğumuz düşünülürse, kitap okumanın faydaları nelerdir?" Ben artık bu soruya cevap vermem de olası cevaplar şöyle ilerliyor; "Olaylara farklı bakış açısı geliştirmek, empati yeteneği, anlama ve ifade etme yeteneğini geliştirmek....." uzayıp gidiyor.

Ülkenin bitmek tükenmek bilmeyen kabus gündeminin üzerine bu pandemi de çökünce, "zorunluluklar" dışında canımız da koşullar da yüzyüze iletişime izin vermediğinden beri kitapların benim için yeni bir faydası daha doğdu: "Akıl sağlığını korumak"

Başka başka hayatlara dokunmak, hiç bilmediğim coğrafyalara ve yıllara gitmek, insanlığın inişli çıkışlı yaşam serüveninde çok parlak anlar olduğu gibi büyük buhranların da olduğunu hatırlamak ve bir gün illa ki bir değişimin yaşanacağını bilmek, en azından bu olasılığı saklı tutmak... Elime bir roman aldığımda, sayfalarını çevirdiğimde bunları düşünüyorum, iyi geliyor.

Gelelim kitabımıza...

Katalan edebiyatının önde gelen yazarlarından Merce Rodoreda'nin yazdığı Kırık Ayna, bir ailenin üç kuşağının hikayesi.

Roman, oldukça kalabalık karakter listesi ve zaman zaman rüya ile gerçek arası anlatımıyla bana Allande'nin Ruhlar Evi'ni, Marquez'in kitaplarını hatırlattı. Başlardaki melodramik yapısı sonrasında dağılan roman, binbir çeşit rengi, duyguyu, öfkeyi, kıskançlığı kabaca göstermektense hissettirmeyi seçiyor.

Barselona'nın dışında, geniş arazilere yayılan ve adeta bir şatoyu andıran Sant Gervasi çiftliğinde geçen kitap, şans getirdiğine inanılan sedir ağaçları, böğürtlenler, defne ağaçları, mor salkımlar; gine tavukları, sülünler, tavus kuşlarının şahitliğinde bir ailenin sırlarına ortak ediyor bizi. Bütün bu insan, hayvan ve bitki şamatasının içinde geniş evin koridorlarında dolaşırken fısıldananları duyuyoruz, kavgalar sırasında ağzını tutamayanların öfkeyle yüze vurduklarını işitiyoruz, bir ailenin pişmanlıklar, yanlışlar ve hayalkırıklıkları içinde nasıl savrulduğunu okuyoruz. Bir gün herkes elini eteğini çekse, terk etse de Sant Gervasi çiftliği ve o koskocaman bahçe hakiki bir başkahraman olarak bize gerçekleri fısıldamayı sürdürüyor.

"Ayna kırılmıştı. Parçaları topluyor ve uygun görünen boşluklara yerleştiriyordu. Seviyeleri farklı ayna parçaları şeyleri oldukları gibi yansıtır mıydı? Ve ansızın her bir ayna parçasında bu evde yaşadığı yılları gördü"

09 Ağustos 2020

Kapı - Magda Szabo

Macar Edebiyatı'nın önde gelen isimlerinden biri olan Magda Szabo'nun Türkçe'ye çevrilen dört kitabından biri Kapı. 

İlk başta bana biraz kasvetli gelen roman, sonrasında sahici ve samimi hikayesiyle büyüledi, başta kasvet olarak hissettiğim şeyin ise ince bir hüzün olduğunu anladım. Hangi sahici anlatıda hüzün yok ki sahi?

Kapı, iki dünya savaşının ardından uzun yıllar Sovyet işgali altında kalacak 1960'lar Macaristanı'nda bir kadın yazarın gözünden ona ev işlerinde yardımcı olan yaşı geçgin hizmetçisi Emerenc'i anlatıyor. 

Bilgili, görgülü, çalışkan, başarılı yazarımız, sadece üç yıl eğitim hayatını sürdürebilen Emerenc'in engin hayat bilgisi ve tecrübesi karşısında kendini çoğu zaman çaylak hissediyor.

Daha çok küçükken babasını ardından annesi ve ikiz kardeşlerini trajik bir şekilde kaybeden, 13 yaşından bu yana türlü çeşitli kişilerin yanında hizmetçilik eden Emerenc, artık mümkün olmayanı denemeyecek kadar bilge bir kadındır. 

Tartışma kabul etmez, sert bir karaktere sahip Emerenc, çalışacağı evleri kendi seçer; sorgulatmaz ama sorgular. 




Kendine yardım edilemeyen birinin zaten yardıma ihtiyacı yoktur Emerenc'e göre, Ancak ihtiyaç duyan herkesin yanındadır, özellikle engin merhametiyle hayvanların dostudur. Herkesin sevgilisidir Emerenc...Bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle bütün bir mahallenin işini görür. Ancak Emerenc'in bir dokunulmazı vardır hayatta; kimse evinin kapısından içeri giremez, buna izin vermez. Kapının arkasındaki sırrını kimse bilmez. 

Tartışmasız çok sevdim ve çok etkilendim Kapı'dan... Unutmadan Kapı'nın başrollerinde Helen Mirren'ın oynadığı filmi de var. 

03 Ağustos 2020

İnsan Lekesi - Philip Roth

"Dışarıya biraz su döküyordum; o (karga) dosdoğru kapıya gitti ve dışarı çıkıp ağaçların arasına girdi. Birkaç dakika içinde üç dört karga geldi. Ağaçta onun etrafını aldılar. Akıllarını kaçırmış gibiydiler. Ona saldırıyorlardı. Sırtına vuruyorlardı. Haykırıyorlardı. Ona çarpıyorlardı, falan. Birkaç dakika içinde geldiler. Onun sesi doğru çıkmıyor. Karga dilini bilmiyor. Dışarıda onu sevmiyorlar. Elde büyütülünce böyle olur işte. Bütün hayatı boyunca bizim gibi insanların etrafından yaşayınca böyle olur. İnsan Lekesi. Bir iz gerektirmeyecek kadar içsel olan leke. Bu yüzden bütün temizlenmeler birer şakadan ibaret."

İnsan lekesi, sadece hayvanlara sürdüğümüz bir leke değil. İnsanlar da insanlara bu lekeyi damga gibi vuruyor; tıpkı uydurulmuş namus lekesi gibi. Sen ister saçmalığına inan istersen inanma, insanlar bu lekeler yüzünden ölüyor, hayatları düğüm oluyor, karmaşıklaşıyor. Sonra da diyorsun ki, "bari kendine karşı dürüst ol" Bu kim için mümkün ki... 

Philip Roth'u çok duydum, okumak bugüne kısmetmiş. İnsan Lekesi, Amerika'da iki yıl önceki emekliliğine kadar yakınlardaki Athena Üniversitesi'nde yirmi küsür yıl klasik eserler profesörü olarak çalışmış, ayrıca on altı yıldan fazla da fakülte dekanlığı yapmış 71 yaşındaki Yahudi Profesör Coleman Silk'in siyah iki öğrencisine yönelik ırkçı ifadeler kullanması sonrasında işinden, kariyerinden olmasıyla açılıyor. 

Roth'un kurmaca karakteri yazar Nathan Zuckerman'ın gözünden anlatılan kitapta, Coleman'ın bu olaylardan kısa süre sonra ölen karısına, çoğu ilişkisini kesmiş çocuklarına, gündelikçi olarak çalışan, okuma-yazma dahi bilmeyen 34 yaşındaki Faunia Farley ile ilişkisine odaklanıyoruz. 

Coleman Silk, gerçekten ırkçı mı, suçlamalar doğru mu?

Hiçbir şeyin göründüğü kadar basit olmadığı bir dünyada, tanık olduklarımıza hak vermek ve onaylamak zorunda kalmadan ama neyin neden olduğunu da çok iyi kavrayarak ilerliyoruz. 

Faunia'nın eski kocası eski bir Vietnam gazisi Lester Farley'in travmaları, eğitim kariyerindeki kusursuz çizgiye karşın her halinden huzur bulamadığı belli olan Athena Üniversitesi'nden bir başka profesör Delphine Roux, Coleman'ın öfkeli çocukları, akıllı ve sebatkar kızkardeşi bize hem kendilerini anlatıyor, hem onlarda kendimizi görüyoruz biraz biraz. 


02 Ağustos 2020

Kraliçe ya da Ancak Başına Bir Talihsizlik Geldiğinde Kendini Bulma Sanatı


Delphi’de muhafazakar, kapalı bir ailede büyüyen Rani (anlamı kraliçe demekmiş), düğününe iki gün kala Londra görüp esas kızımızı beğenmeyen nişanlısı tarafından terk edilir.

Rani’nin önünde iki seçenek vardır: ya oturup kaderine ağlayacak ya da uzun süredir planladığı Paris balayına tek başına gidecektir. Rani ikinciyi seçer.

Rani, Paris’e adımını attığı andan itibaren kendini yetiştiği kültürden, kendi değerlerinden oldukça farklı insanlar içinde bulur. Ancak yargılamaz, kabul eder, uyum sağlar, keşfeder, eğlenir ve hiç gülmediği kadar güler.

Bir kendini bulma hikayesi olan filme, Hint filmlerinin olmazsa olmazı renk şamatası, dans ve müzik eşlik ediyor.




01 Ağustos 2020

Toskana Güneşi'nin Altında - Kadınların Evrensel Yanlışları

İyi hissettiren filmler diye bir kategori var (ihtiyaca binaen hemen ekliyorum) Bu kategorideki filmlerin çoğu güldürüyor, eğlendiriyor ama isteyene hayat dersi de çok. Mutluluk ve anlam meyvelerinden sabırla bal toplayan kadınlar seviyor bu filmleri, ademoğulları dudak büküyor. 

Sevgili arkadaşım Yamicka tavsiye etti orijinal adı Under The Tuscan Sun olan filmi bana; yanıltmaz, izlemeden de biliyordum. Niyeyse Toskana Güneşi Altında demek varken, Kızgın Güneş diye çevrilmiş. 

İtalya ışığı, güneşi, kırları, eski bir İtalyan evi, kadeh kadeh şarap, her boy ve çeşitten hoş İtalyan erkekleri ve kadınları, bol bol kahkaha eşliğinde müsadenizle filmin konusuna geçiyorum. 


Frances Mayes, 35 yaşlarında oldukça başarılı bir eleştirmen ve yazardır. Düzen kurulmuş, hayat 
mutlulukla akmaktadır. Frances bir tesadüf eseri kocasının onu aldattığını öğrenir, dünyası başına yıkılır. Aldatılmış, boşanmış, birlikte oturdukları evi de boşanırken eski kocasına kaptırmış Frances, derin bir depresyona sürüklenirken yakın arkadaşı Patti'nin bunu fark etmesi ve onu bir İtalya tatiline zorlamasıyla olaylar gelişmeye başlar. 

Frances, İtalya tatiline ayaklarını sürüyerek depresyonunu da alıp gider. Ancak ani bir kararla İtalya'da eski bir kır evi satın alarak kalmaya karar verir. Hayatta kalp acısının geçmesini beklerken yapılacak en iyi şeyi yapar, evi baştan aşağı yeniler, hummalı bir çalışmanın içine girer. Ama farkındadır ki, bir evi ev yapan dört duvar değildir. Hayatı paylaşacağı bir soluk arar. Tabi İtalya'da olduğumuzun da altını çizerek, bu soluğun cama üflenmesiyle bir müddet sonra yok olmasının kaçınılmaz olduğunun da altını çizmek gerekir. 




Patti'nin yanına gelmesi, yaşadığı yerdeki insanlarla arkadaşlıklar geliştirmesi, aşklara-mutluluklara tanık olması Frances'e aile kavramını, mutluluğu yeniden düşündürtür, adeta içinden bir ses demektedir ki, sen gideceğin yolu yürümeye başla, hiç ummadığında illa seninle yürümek isteyen çıkacaktır. 

Neşeli, coşkun karakterli İtalyanların boy gösterdiği, Amerikalı kadın bir yazarın başrolde oynadığı bir filmi izleyen Türkiye'den bir kadının, biz kadınların evrensel yanlışlarını görüp de bununla eğlenmemesi mümkün değil. E kendin yaşayınca gülmüyorsun... doğru söze ne denir.  

Son bir hoşluk: Film, Amerikalı yazar Frances Mayes'in "Toskana Güneşi Altında: Evde, İtalya'da" isimli anılarından derlenerek Audrey Wells tarafından beyazperdeye taşınmış.