Savaşın anlamsızlığını, savaşı çıkaranların değil onun kurbanı olanların gözünden en iyi kim anlatabilir?
Böll gibi saçmalığını bile bile "savaşmak" zorunda olan biri.
Hayatta aşkı, sevgiyi bile tadamadan, hayal kuramadan bir emirle cepheye sürülen gencecik bir insan neler düşünür? İşte bu sorunun yanıtı için de Heinrich Böll'ün söylediklerine kulak vermemiz gerekiyor.
Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru romanıyla ilk kez tanıdığım ve çok etkilendiğim Heinrich Böll, hayatı boyunca ele almaktan usanmayacağı konuya Trenin Tam Saatiydi kitabıyla tekrar dönüyor: Savaşın anlamsızlığı.
Andreas, İkinci Dünya Savaşı'nın son günlerinde er olarak cepheye katılma emri alır, biz bugün bilsek de o savaşın sonunun yakın olduğunu bilemez. Emri alıp cepheye gitmek üzere bindiği trende "yakında öleceğim. Barış nasıl birseydir göremeyeceğim. Ne müzik... ne çiçek... ne şiir... insanlar sevinemeyecek artık ve ben öleceğim" diye düşünür.
Bir tren dolusu, farklı hayatlardan farklı dünyalardan ve yaştan askerle birlikte cepheye ilerlerken Andreas'ın aklından tek bir düşünce geçmektedir: yakında ölecek olması. Tren yol aldıkça o da adeta ölümüne yaklaşmaktadır.
Andreas'in "geleceğin yüzü yok artık" diye hayıflandığı, savaşın bu en karamsar günlerinde tren ara bir istasyonda bir gece kalır. O zaman dilimi Andreas'a Polonyalı Olina ile tanışma fırsatı tanır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder